Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?

Bilmem, bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?(ATSIZ)

Uzak uzak ülkelerden döndüm seferden;

Yaralarım ağır, fakat mestim zaferden(ATSIZ)

Şiir okuyacağım.Dinlemeye geliniz...

Çok da alkış istemem: İncinmesin eliniz!(A.Nihat Asya)

OKU,BEĞEN,PAYLAŞ

DESTEK OL...

Gel derse Fuzuli ki güzellerde vefa var

Aldanmaki şair sözü elbette yalandır.(Fuzuli)

Etiketler

16 Kasım 2016 Çarşamba

ARİF NİHAT ASYA - ÇOCUK VE AĞAÇ


Çocuk, çok sevdi ağacı...
Verirdi ona, her kış
Çiçekleri olaydı!

Ağaç, çok sevdi çoçuğu...
Öperdi altın saçlarından
Dudakları olaydı!

Ve ona öptürmek için,
Eğilirdi yerlere kadar;
Yanakları olaydı!

Dökerdi önüne hepsini
Gümüşten, altından, sedeften
Oyuncakları olaydı!

Ve çoçuk gittikten sonra,
Böyle kalır mıydı ağaç?
Ne olurdu onun da
Bacakları olaydı,
Ayakları olaydı!
                       Arif Nihat Asya

12 Kasım 2016 Cumartesi

HÜSEYİN NİHAL ATSIZ - GERİ GELEN MEKTUP



Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem, bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervane olan,kendini gizler mi alevden?
Sen istedin,ondan bu gönül zorla tutuştu..

Gün senden ışık alsa da bir renge bürünse;
Ay secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan,
Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse…

Ey sen ki, kul ettin beni onmaz yakışınla,
Ey sen ki, gönüller tutuşur her bakışınla!
Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince

Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
Gözler ki, birer parçasıdır senden ilah’ın,
Gözler ki, senin en katı zulmün ve silahın,

Vur şanlı silahınla,gönül mülkü düzelsin;
Sen öldürüyorken de, vururken de güzelsin!
Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
Bir yüz ki,yapılmış dişi kaplanla hüzünden…

Hasret sana,ey yirmi yılın taze baharı,
Vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.
Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu!

Hasret çekerek uğruna ölmek kolaydı,
Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı..
Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
Tek bendeki volkanları söndürse denizler!

Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma “Kaabil”,
İmkanı bulunsaydı, bütün ömre mukabil
Sirretmeye elden seni, bir perde olurdum.
Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

Mehtaplı yüzün Tanrı’yı kıskandırıyordur,
En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik…
                                                     H.N.ATSIZ


Fuzuli - Hâsılım yok ser-i kûyunda belâdan gayrı

 

Hâsılım yok ser-i kûyunda belâdan gayrı
Garazım yok reh-i aşkında fenâdan gayrı

        Ney-i bezm-i gamem ey âh ne bulsan yele ver
Oda yanmış kuru cisminde hevâdan gayrı

          Perde çek çehreme hicran günü ey kanlu sirişk
Ki gözüm görmeye ol mâhlikadan gayrı
Yetti bi-kesliğim ol gayete kim çevremde
Kimse yok çizgine gird-âb-ı belâdan gayrı

               Bozma ey mevc gözüm yaşı habâbın ki bu seyı
Komadı hiç imâret bu binadan gayrı

 Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-i sebâdan gayrı

      Bez-mi aşk içre Fuzuli nice âh eylemeyem
Ne temettu' bulunur neyde sadâdan gayrı

                                                        FUZULİ




9 Kasım 2016 Çarşamba

Betik Tanıtımı : Güvercinci Keloğlan

1.Baskı - Mayıs  2014
Merhaba sevgili kitap kurtları, bu yazımda sizlere aslen Azerbaycan Türkü olan yazar Samed Behrengi tarafından kaleme alınan, Ramin Cabbarlı , Türkan Urumlu tarafından Türkçe ’ye çevrilen ve Kaynak Yayınları’nca basılan ‘‘Güvercinci Keloğlan’’ adlı betiğini tanıtmaya çalışacağım.

Betik tanıtım yazılarımın çoğunda yetişkinlere yönelik betiklere yer vermiştim. Fakat bu yazımda ilk olarak bir çocuk betiğine yer vermek istiyorum. Yazılarımın çoğunu her ne kadar yetişkinler okusa da birkaç okuyucumdan gelen ‘‘Çocuklarımız için de  betik tanıtımı yapmanı istiyoruz’’ şeklindeki ricaları üzerine uzun bir araştırmadan sonra bu betiği tanıtmaya karar verdim.

Betiğimiz, Güvercinci Keloğlan adıyla anılan; garip bir anası, kara bir keçisi ve on beş kadar güvercininden başka hiçbir şeyi olmayan kel delikanlının başından geçen olayları konu edinmiştir.

Güvercinci Keloğlan her gün sabahları işlerini bitirir ve ardından evlerinin çatısına çıkar güvercinlerini uçururmuş. Masal bu ya! Güvercinci Keloğlan’ın evlerinin tam karşısında Padişah’ın sarayı varmış ve bu saraydan Güvercinci Keloğlanı gören Padişah’ın güzeller güzeli kızı, Güvercinci Keloğlanı âşık olmuş…

       Bakalım bu aşk Güvercinci Keloğlanın başına ne dertler açmış. Masalın devamını betikten okumanız dileklerimle…


9 Ağustos 2016 Salı

Betik Tanıtımı : Beyaz Zambaklar Ülkesinde


1.Baskı - Şubat 2016

Merhaba sevgili kitap kurtları, bu yazımda sizlere Rus yazar Grigory Petrov tarafından kaleme alınan, İsmail Fatih Ceylan tarafından Türkçe ’ye çevrilen ve Yediveren Yayınları’nca basılan ‘‘Beyaz Zambaklar Ülkesinde’’ adlı betiğini tanıtmaya çalışacağım.

Betiğimiz uçsuz bucaksız bataklıklar ülkesi durumunda olan fakir Finlandiya’nın bir avuç gönüllü Öğretmen, Doktor, Siyasetçi ve İşadamlarından oluşan ülke sevdalılarının gayretleriyle bataklıklardan Beyaz Zambaklar Ülkesi’ne dönüşüm sürecini konu edinmiştir.

Finliler kendilerine ‘‘Suom’’ derler kendi ülkelerine ise ‘‘Suomi’’ adını verirler. Suomi bataklık arazi demektir. İşte Suomi’nin makûs talihi Snelman adındaki bir bilim adamı ve ekibi tarafından değişecektir. Snelman ve arkadaşları Fin kültürünü yükseltmek amacıyla ülkeyi köy köy dolaşmış ve gittikleri yerlerde köylüleri eğiterek amaçlarını gerçekleştirmişlerdir.

Snelman’a göre ‘‘Aydın’’ olmak, modaya uygun elbise giymek, kolalı gömlek giyinmek değildir. Aydın kesimin öncelikli görevi milli düşünceyi geliştirmek, milli vicdanı uyandırmak ve milli iradeyi güçlendirerek köylülere işçilere nasıl daha iyi yaşayabileceklerini göstermektir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri okullarda okutulmasını tavsiye ettiği bu betikte ülkesini yüceltme davasına gönül vermiş bir avuç eğitim gönüllüsünün destansı mücadelesi siz okurlarını beklemektedir.

17 Mart 2016 Perşembe

TANRI DAĞLARININ IŞIĞI: LALE


TANRI DAĞLARININ IŞIĞI: LALE

Latince adının Tulipa, Farsça adının ise Lâle olduğu ve bitki biliminde zambakgiller(Liliaceae) familyasının Tulipa cinsinden olan, bitkilerin geneline verilen addır. Anavatanı Tanrı Dağları olan bu çiçeğin yolculuğu Türkler ile kesişmektedir.

Türkler olarak Orta Asya bozkırlarından göçüp Anadolu topraklarına geldiğimizde yanımızda laleyi de getirdik. O zamana dek Anadolu topraklarında lale soğanına rastlayamıyoruz. Anadolu’ya ilk laleyi diken hangi Türk idi onu bilemiyoruz; ama hangi duygular içerisinde laleyi diktiğini tahmin edebiliriz. Geldikleri bu coğrafyaya, Ata yurtlarından getirdikleri Tanrı Dağlarının ışığı laleyi dikmelerini Anadolu topraklarını kendilerine vatan yapmaya çalıştıklarının en açık göstergesi desek yanlış olmadığı kanaatindeyiz.

Malazgirt Savaşının yapıldığı alanı görmek için Malazgirt’e Rahva Ovası’na gittiğimde aklıma aniden bir fikir geldi ve bir zamanlar Alp Arslan’ın at koşturduğu yerden hemen bir poşete toprak doldurmaya başladım. Çanakkale’ye döndüğümde; Malazgirt toprağı ile Çanakkale toprağını bir saksıda karıştırdım. Şüphesiz bu kutlu toprakta yetiştirilmeyi hak ettiğini düşündüğüm Türk’ün Çiçeği olan laleyi bu kutlu toprağa diktim.

Laleyi dikerken de Tanrı Dağları’nın ışığı olan lalenin, Anadolu topraklarını her daim aydınlatması temennisiyle yazımı bitiriyorum.
                                                                                 
                                                   Erdal Yıldırım
                                                     Çanakkale

11 Mart 2016 Cuma

Medeniyetin Unutturduğu Çardak Han


Merhaba sevgili tarih dostları bugünkü yazımızın konusunu Çardak Han oluşturuyor. Çardak han, Denizli ilinin Çardak ilçesinin Saray mahallesinde yer alır ve ‘‘Hanbad, Hanabad veya Çardak Han’’ adlarıyla bilir.

Çardak Hanın giriş kapısının üzerindeki iki yanında bulunan aslan heykelleri arasındaki kervansarayın kitabesinde yapının Türkiye Selçuklu Devleti Hükümdarı Sultan I. Alâeddin Keykubad zamanında, Esedüddin Ayaz bin Abdullah Eş- Şihabi tarafından hicri 627(Ramazan), miladi 1230 Temmuz-Ağustos tarihinde inşa ettirildiği anlaşılmaktadır.


Çardak han, Arapça yedi satırlık kitabesinde ‘‘Ribat’’ olarak geçmektedir. Kitabenin günümüz Türkçesinde karşılığı şu şekildedir: 

‘‘Bu Ribatın yapılması, dostumuz ve efendimiz,adil sultan, din ve dünyanın en büyüğü, fetih babası, müminlerin emiri, Keyhüsrev oğlu, Keykubad zamanında emredilmiştir. Şerefli kulların en küçüğü, mevlana, din, devlet ve milletin olgunu Abdullah Şihabi oğlu Ayaz (tarafından) altı yüz yirmi yedi yılı, muazzam Ramazan  ayında’’(yaptırılmıştır). 



Çardak han, iç süslemeleri bakımından da kendisinden söz ettiriyor. Hana girdiğimizde sağ taraftaki duvarlar üzerindeki kabartmaları görür görmez hayran oluyoruz. Kabartmalarda İnsana benzeyen bir boğa başı, balık figürü ve insan başı bulunuyor. Bolluk ve bereketin sembolü olan balık figürünün detayları ise işte bu gerçek sanat dedirtecek güzelliktedir.




Çardak han içerisinde gezerken önümüze bir çukur çıkıyor. Bu da neyin nesi? Diye kendi kendimize soruyoruz ve sonradan öğreniyoruz ki; güzel memleketimin çalışmadan para kazanıp zengin olma hayalleri kuran kendilerine defineci denen tarihi eser fareleri gene iş başında…


Medeniyetin unutturduğu Çardak han bugün bakımsızlıktan yıkılıyor. Ve hiçbir yetkili gereğini yapmıyor. Aslında yıkılanın, değerlerimiz olduğu gerçeğini ne zaman göreceğiz?



      Çardak hanı arkamızda bırakıp uzaklaşırken keşke böyle olmasaymış diye hayıflanmak yerine; Çardak han için restorasyon yapılmalı bunu yetkililere iletmeliyim diye kendime görev addediyorum. Sonra İçimden güçlü bir ses yükseliyor ve diyor ki:
Türkiye’de bana bir tane doğru düzgün yapılmış restorasyon çalışması göstersene

Yazıma burada son verirken iç sesime hak veriyor ve medeni dünyaya! dönüyorum. 











10 Mart 2016 Perşembe

Claes Ralamb'ın Osmanlı Tasvirleri

1657-1658 yıllarında İstanbul'da İsveç elçisi olarak bulunan Claes Ralamb’ın Osmanlı Tasvirleri:

Acemioğlanı

Baltacı

Bayraktar

Berber

Boğdanlı

Cellat

Cüce


Çavuşbaşı

Çeşnicibaşı
Dansöz
Dilsiz Oğlan
ermeni

Gelin
Hazinedar
İstanbullu
Kadıasker
Levent
Mevlevi Dervişi
Paşa
Rumeli Beylerbeyi
Silahtar Ağa
Solak
Şeyh Efendi
Tatar Hanı
Türk Kadını
Ulah
Vezir Tüfekçisi
Yeniçeri
































5 Mart 2016 Cumartesi

Betik Tanıtımı:Hudayinabit


                                                                 1.Baskı - Ekim 2009
            Merhaba sevgili kitap kurtları,bu yazımda sizlere Şair Süleyman Çobanoğlu’nun kaleminden çıkan ve Profil Yayınları tarafından basılan ‘‘Hudayinabit’’ adlı şiir betiğini tanıtmaya çalışacağım.

         Çobanoğlu’nun şiir betiğine adını veren ‘‘Hüdayinabit’’ sözcüğü kendi kendine yetişen anlamına geliyor. Betiği elime aldığımda aklıma ilk şu soru geldi: Acaba Çobanoğlu kendi şiirlerini hüdayinabit olarak tanımlamış mıdır? Betiği okuduğumda bende oluşan kanaat şudur ki! Böylesine güzel şiirler bir hüdayinabit olamaz. Emek ister, yaşanmışlık ister, acı ile büyütülmek ister…

 Çobanoğlu’nun şiirleri yaşanmışlık toprağında emek ile sulanıp; acı ile özenle büyütülmüş bir çiçektir. Yeri gelmişken söyleyeyim: betiğin kapağındaki sarı renkli çiçek her ne kadar hüdayinabitliği sembolize etse de, betiği okuduktan sonra o sarı renkli çiçek kendi kendine yetişen bir dağ çiçeği olmaktan çıkıveriyor  ve bin bir emek verilerek büyütülmüş bir şiir buketine dönüşüyor.

Betik içerisinde en çok sevdiğim şiir betiğin 105. Sayfasında yer alan  ‘‘Tekfurun Kızı’’ adındaki şiir. Belki de en çok o şiirde kendimi bulduğum için seviyorumdur bu şiiri…

Yazımı burada şairin dizeleriyle bitirmek istiyorum. Zira bir ortamda şiir varsa düz yazı susmayı bilmelidir…

Ben seni alamam ah Holafira
Azığım tamtakır binitim nalsız
Bir belde geçerim kalacağım yok
Dostlarım bîvefa düşmanım yalsız

YORUMLARINIZI BEKLİYORUM
İYİ OKUMALAR

5 Ocak 2016 Salı

Bayrak Şairi Arif Nihat Asya'yı ölümünün 41.yıldönümünde saygı ile anıyoruz..

Bayrak Şairi Arif Nihat Asya'yı ölümünün 41.yıldönümünde saygı ile anıyoruz...

4 Ocak 2016 Pazartesi

Betik Tanıtımı: Ortaçağda Entelektüeller


1.Baskı - 1994

Merhaba kitap kurtları! Bu yazımda sizlere Fransız tarihçi Jacques Le Goff’un kaleminden çıkan, özgün adının ‘‘Les Intellectuels au moyen âge’’olduğu ve Türkçemize Fransızcadan çevirisi Mehmet Ali Kılıçbay tarafından yapılarak, ‘‘Ortaçağda Entelektüeller’’ adı altında Ayrıntı Yayınları tarafından basılan bu betiği tanıtmaya çalışacağım.

Öncelikle bu betik sıradan bir okura hitap etmiyor. Sadece Ortaçağ’a ilgisi olan okura hitap etse de bu betik, akademik bir üslup ile kaleme alındığı için ilgili okur tarafından bile anlaşılmasında güçlükler çekiliyor.

Betiğin konusu, adından da anlaşılacağı üzere Ortaçağda entelektüeller ve üniversitelerin oluşmaya başlamasıdır. Betikte Ortaçağ dönemindeki entelektüellerin yaşamı, bilim uğrunda katlandıkları cefalar ve üniversitelerin kuruluş sürecindeki zorluklar ayrıntılı olarak incelenmiş olup adeta okuru Ortaçağ havasına sokup entelektüel mücadeleye davet etmektedir.

Betikte birbirinden farklı konularda Ortaçağın bakış açısı ve bu bakış açısının zamanla değişim süreci başarılı bir biçimde irdelenmiştir.

Betiğin bence en dikkat çekici yeri, çevirmenler bölümünde geçen Cluny Tarikatı’nın meşhur başrahibi Pierre’nin Müslümanları askeri alanda değil de entelektüel alanda yenmek fikrini ortaya attığı bölümdür. Başrahip Pierre bu fikri doğrultusunda Kur'an-ı Kerim’in çevirisini yapmak için bir kurul oluşturması, Müslümanları yenmek için, ‘‘Onların öğretilerini çürütmek için bu öğretiyi tanımak gerekir’ düşüncesiyle hareket etmesidir.

Betik, Ortaçağda biz Müslümanlara Hristiyanların bakış açısını göstermesi bakımından ayrıca bir önem arz etmektedir.

Betikle ilgili yorumlarınızı bekliyorum

İyi Okumalar...

2 Ocak 2016 Cumartesi

Çift Kollu İran Yayı ve Deli Hüseyin Paşa


Resim: Deli Hüseyin Paşa’nın kurduğu çift kollu İran Yayı, TSM Env.No.1/5


Merhaba, Geleneksel Türk Okçuluğu’na gönül vermiş Kapâdekeşler ya da bir başka ifadeyle Kemankeş adayları. Kusura bakmayın sizlere Kemankeş demiyorum çünkü siz de iyi bilirisiniz ki Kemankeş ünvanını almak öyle kolay değildir. Osmanlı Devleti zamanında Kemankeş olabilmek için en az 900 geze yani 594metreye ok atamayanlar bu ünvanı alamazlardı. Şimdi ise eline ok ile yay alan herkes kendini dev aynasında görüp; isminin önüne kemankeş sıfatını alıveriyor. Keşke bu kadarla kalsa! Güzel yurdum 50 metreye ok düşüremeyen Tozkoparanlarla doldu.

Kısa bir serzenişte bulunduktan sonra asıl konumuza geri dönelim. Bu yazımda sizlere İran Sarayından, Osmanlı Sarayına yollanan çift kollu ve çok sert bir İran yayı ile Deli Hüseyin Paşa’nın hikâyesini aktaracağım. Bu tarihi olay hakkında tarihçi Naima’nın yazdıkların bakalım. Naima Efendi bizlere olayı şöyle anlatıyor:[1]

Sultan IV. Murad devrinde, İran’dan gelen bir elçi , ‘‘izhar-ı hüner için’’ kurulmuş bir yay getirerek , ‘‘Bu yayın kirişini çıkardup yine kurmağa kaadir bir pehlüvan Memalik-i Osmaniyye’de bulunur mu ?’’ diye Saray’a arz eder. İstanbul’un ‘‘namdar ve zor – aver’’ pehlivanları, değil yayı bozup kurmak, kirişini bile çekemezler. Yay, darussaade ağasının odasına konulur. Ağanın odasına hizmet eden baltacı Deli Hüseyin, olaydan habersiz, bir gün ocağa odun getirdikde yayı eline alır; kepadevari çekib dururken ağanın geldiğini işitdip bırakıp kaçar. Ağa yaya kimin dokunduğunu soruşturdukda, Deli Hüseyin yaka-paça getirilen. Ağa ‘‘Çek imdi göreyim’’ dedikde, yayı alıb kepade misal beş- on  kere çeker. Hüseyin’i giydirip huzura çıkarırlar. ‘‘Huzur-ı Hümayuna varub keman-ı mezburu çeküb izhar-ı hüner idüp mazhar-ı tahsin olduktan sonra Acem elçisi muvacehesinde keman-ı mezburu kepadevari çekerek zor –ı bazu ile şikest idüb parçaların elçi önünde vaz itdükde Padişah-ı Cihan ‘ın meserretlerine elçinin infial ve hacaletine  sebeb olmuştur.’’

Bu olaydan epey sonra Deli Hüseyin Vezirliğe kadar yükselmiştir. Fakat dönemin kaynakları Deli Hüseyin Paşa'nın Abaza isyanına karıştığı için katlolunduğunu yazmaktadır.

Günümüzde bu yay Topkapı Sarayı Müzesi Silahlar Koleksiyonunda sergilenmektedir.

DESTEK OL!
OKU, BEĞEN VE PAYLAŞ





[1] Naima Tarihi, İstanbul,1283,C.VI,s.399-401;Ünsal Yücel, ‘‘Türk Okçuluğu’’, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 1.Baskı , Ankara,1999,s.53

1 Ocak 2016 Cuma

Betik Tanıtımı:Bozkırın Efendileri - Türkmenler Üzerine Makaleler

1.Baskı: Ekim 2009



2.Baskı: Şubat 2015

Merhaba kitap kurtları! Bu yazımda sizlere tarihçi Prof. Dr. Tufan Gündüz’ün uzun araştırmalarına dayanarak kaleminden çıkan ve Yeditepe Yayınevi tarafından basılan ;‘‘Bozkırın Efendileri: Türkmenler Üzerine Makaleler’’ adlı betiğini tanıtacağım.

 Bu betik yazarın 12 adet birbirini tamamlayan makalelerinden oluşuyor. Kitabın içeriği, adından da anlaşıldığı üzerine Türkmenleri konu ediniyor. Türkmenlerin (Oğuzların) kim olduklarını; tarih sahnesine nasıl çıktıklarını, hangi devletleri kurduklarını ve Anadolu topraklarında hangi Türkmen aşiretinin nereye yerleştiğini belgelerle açıklayan yazar; sade, anlaşılır ve akıcı bir üslupla kaleme aldığı bu betiği elinizden bırakamayacaksınız.

Betikle ilgili yorumlarınızı bekliyorum.

İyi Okumalar...